Osmanlı Devleti 1914’de girdiği I. Dünya Savaşı’ndan son derece ağır şartları içeren 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak çıktı. Osmanlı Devleti’ne fiilen son veren bu Antlaşmanın ardından hemen İngiliz, Fransız ve İtalyan işgalleri başladı. Lord Curzon 18 Kasım’da Avam Kamarasında yaptığı konuşmada:
“Kürt, Arap, Ermeni, Rum ve Yahudilerin Türk egemenliğinden kurtarılacağını” söylüyordu. Ermeniler de kurdukları alaylarla Mondros Ateşkes Antlaşması’yla onlara bırakılması düşünülen altı vilayeti ele geçirmek üzere Doğu Anadolu’da baskı ve zulme başladılar. Bu kara günleri Paris Barış Konferansında verilen onaya uygun olarak, Yunan Ordusunun 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkması ve Ege’ye yayılması takip etti.
Paris Barış görüşmelerinde Şubat başında kurulan “Yunan ve Arnavutluk Meseleleri Komitesi”nde Yunan heyetinin üyesi ve Dörtler Konseyi’nin danışmanı olarak yer alan Harold Nicolson şunları yazmaktadır:
24 Mart:
“Aşağı indim ve Amerikan delegesi Mezes’le görüştüm…Küçük Asya konusunda anlaşıyoruz. Ayvalık’tan Selçuk’un kuzeyine kadar bir daire. Bu da bir şeydir”.
28 Mart:
“Amerikalı delege Arnold Toynbee ile Türkiye’nin geleceğini konuştuk. Bir Ermeni Devleti için sınırları belirliyoruz…”.
13 Mayıs:
“Büyük haritamı yemek masasının üzerine yaymamla birlikte herkes başıma toplandı…Ben İtalyanlara Antalya’yı ve Fransa’dan kalan bölgeleri önerdim… Paylaşılacak pasta şimdi daha büyük gözüküyordu… İtalyanlar Ereğli’deki kömür madenlerini de istediler. Bu konuda bilgili olan bir İngiliz delegesi, “ama oradaki kömür çürük, pek işinize yaramaz” dedi…Sonlara doğru, Milletler Cemiyeti’nin Anayasası’nın “Mandalar” bölümünü açtık. Maddede, “ilgili halkın istek ve rızası ibaresi” vardı. Çok eğlenceli bulundu bu ibare. Nasıl da güldüler…”
Bir yabancı yazarın deyimiyle:
“Büyük güçler kamp ateşinin etrafında aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi. Çünkü Türkiye doğası gereği zengin, emperyalizm ise oburdu”
Mart 1919’da Damat Ferit Paşa Sadrazamlığa getirilmişti. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Richard Webb, Damat Ferit Paşa’nın Sadarete gelince kendisini ziyaret ederek:
“kendisinin ve Padişah Efendisinin ümitlerinin Allah’tan sonra İngiltere’de toplandığını ve bu mesajın İngiliz Hükümetine iletilmesini istediğini ”yazmıştır.
17 Haziran 1919’da bir Türk heyetinin görüşmelere katılmasına izin verildiğinde, henüz bir barış taslağı hazırlanmamıştı.
Heyet başkanı Damat Ferit Paşa, “Tüm kabahatin İttihat ve Terakki Partisinde olduğunu belirterek, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünün korunmasını” isterken, “Ermeni sınırı, Mısır, Kıbrıs meselelerini görüşmeye hazır olduğunu” içeren bir metni Konsey’e sundu
. Bu metin için Wilson, “ömrümde bundan daha aptalca bir şey duymadım” derken, L. George “iyi espri” ifadesini kullanarak, “Türklerin siyasî kabiliyetsizliğinin en iyi kanıtı” yorumunu yapıyordu.
Bu arada Mustafa Kemal Paşa 19 Mayısta Samsun’a çıkmış, halkı örgütlemeye başlamıştı bile. Mustafa Kemal Paşa, 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi’ni açış konuşmasında:
“Tarih, bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez. Binaenaleyh böyle bir nikab-ı bâtılın arkasından vatanımız ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, kanaatler muhakkak iflasa mahkûmdur… Memleketimizde külliyetli ecnebi parası ve birçok propagandalar cereyan ediyor. Bundaki gaye pek aşikardır ki millî hareketi yanda bırakmak, millî emelleri felce uğratmak ve vatanı işgal gayelerine ulaşmaktır. Bununla beraber her devirde, her ülkede ve her zaman olduğu gibi, bizde de kalbi, asabı zayıf, gayrimüdrik insanlarla beraber, refah ve şahsî menfaatlerini vatan ve milletin zararında arayanlar vardır. …zayıf noktaları arayıp bulmakta pek mahir olan düşmanlarımız ülkemizde bunu adeta bir teşkilat haline getirmişlerdir. Fakat mukaddes gayesi için çırpınan tüm millet azimle bunları mutlaka süpürecektir” derken,
L. George, 18 Ağustos 1919’da Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada:
“İngiltere’nin Türkiye ile olan barış kadar yakından ilgisi olan başka hiçbir konu yoktur. İmparatorluğun geleceği, Türkiye konusunda varılacak çözüme bağlıdır” diyordu.
19 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa, Paris’teki Yüksek Konsey’e, Damat Ferit Paşa başkanlığındaki heyetin halkın iradesini temsil etmediğini bildirerek, işgalleri protesto etti.
Osmanlı Hükümeti ve İtilâf Devletleri tarafından “başarısızlığa mahkûm bir isyancı” olarak görülen Mustafa Kemal ve başında bulunduğu Anadolu Hareketi, giderek İstanbul Hükümetinin denetimi elinde tutamadığını İtilâf Devletlerine gösterdi. Damat Ferit Paşa 30 Eylül’de istifa etti. İtilaf
Devletleri bu istifayı şöyle yorumladılar:
“Ferit son ana kadar bir kuvvet eşliğinde kendisi gitmek ya da bir kuvvet göndermekte çok ısrar etti. Biz mani olduk. Sonuçta seçilmiş hükümet yerine, eylemlerini kontrol edemediğimiz Mustafa Kemal’e yardım ettik… Ama haklıydık. Çünkü Mustafa Kemal üzerine kuvvet yollasaydık, büyük bir olasılıkla o kuvvet Mustafa Kemal’in tarafına geçerdi”…
İngilizler olumsuz havayı hissetmeye başlamışlardı. İstanbul’dan giden bir İngiliz raporunda şunlar yazılıdır:
“Müttefiklerin uygun bulduğu herhangi bir barış antlaşmasını, herhangi bir Türk hükümetinin kabul etmek zorunda olduğunu ummak için vakit geçmiştir. Türkiye’yi harap edenlerin Türkiye’nin idam fermanına da imza atmalarını sağlamak… için de geç kalınmıştır. Mütarekenin üzerinden geçen her gün, Türklerin …mütareke koşullarıyla yaşadıkları felâket duygusundan silkinmelerine yaramaktadır”. Londra artık endişelidir.
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı, Anadolu’daki Kongreler ve Kuva-yi Milliye’nin hızla örgütlenip genişlemesi karşısında, Curzon’un Fransız Dışişleri Bakanı Pichon’a 10 Kasım 1919’da söylediği:
“önümüzdeki ilkbahara kadar, karşımızda müttefiklerin empoze etmek isteyeceği türden bir anlaşmayı kabul edecek kimsenin kalmaması büyük bir olasılıktır; hatta o zamana kadar elinde ciddi anlamda kuvvet bulunduran birkaç taraftan biri haline gelecek olan mağlup Türklerin Müttefiklere savaş ilan ederek kendi koşullarını dayatmaları bile beklenebilir. Eğer durum böyle olursa Anadolu’yu nasıl fethedeceğimizi ya da bunu kimin yapacağını bilmiyorum. Düşmanlarımız arasında en zayıf ve perişan durumda olanın zaferi kazanması gibi bir kepazelikle karşılaşabiliriz” sözleri, Anadolu hareketinin geleceğini adeta gördüğünü göstermektedir. Ancak İngiltere’nin Hasta Adam’ın mirasından vazgeçemeyeceği parçalar vardır:
Irak petrolleri. Bu yüzden bölgedeki Kürtlerin İngiltere bakımından önemi çok büyüktür. Akdeniz’deki İngiliz Donanma Komutanı Amiral Sir F de Robeck, Lord Curzon’a 9 Aralık’ta yolladığı yazıda: “…İngiliz kuvvetleri, Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanmak için her parayı ödemeye hazırdır” diyordu. Bu cümleler Sevr’de yer alan özerk bir Kürdistan’ı da açıklamaktadır.
“Kürt, Arap, Ermeni, Rum ve Yahudilerin Türk egemenliğinden kurtarılacağını” söylüyordu. Ermeniler de kurdukları alaylarla Mondros Ateşkes Antlaşması’yla onlara bırakılması düşünülen altı vilayeti ele geçirmek üzere Doğu Anadolu’da baskı ve zulme başladılar. Bu kara günleri Paris Barış Konferansında verilen onaya uygun olarak, Yunan Ordusunun 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkması ve Ege’ye yayılması takip etti.
Paris Barış görüşmelerinde Şubat başında kurulan “Yunan ve Arnavutluk Meseleleri Komitesi”nde Yunan heyetinin üyesi ve Dörtler Konseyi’nin danışmanı olarak yer alan Harold Nicolson şunları yazmaktadır:
24 Mart:
“Aşağı indim ve Amerikan delegesi Mezes’le görüştüm…Küçük Asya konusunda anlaşıyoruz. Ayvalık’tan Selçuk’un kuzeyine kadar bir daire. Bu da bir şeydir”.
28 Mart:
“Amerikalı delege Arnold Toynbee ile Türkiye’nin geleceğini konuştuk. Bir Ermeni Devleti için sınırları belirliyoruz…”.
13 Mayıs:
“Büyük haritamı yemek masasının üzerine yaymamla birlikte herkes başıma toplandı…Ben İtalyanlara Antalya’yı ve Fransa’dan kalan bölgeleri önerdim… Paylaşılacak pasta şimdi daha büyük gözüküyordu… İtalyanlar Ereğli’deki kömür madenlerini de istediler. Bu konuda bilgili olan bir İngiliz delegesi, “ama oradaki kömür çürük, pek işinize yaramaz” dedi…Sonlara doğru, Milletler Cemiyeti’nin Anayasası’nın “Mandalar” bölümünü açtık. Maddede, “ilgili halkın istek ve rızası ibaresi” vardı. Çok eğlenceli bulundu bu ibare. Nasıl da güldüler…”
Bir yabancı yazarın deyimiyle:
“Büyük güçler kamp ateşinin etrafında aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi. Çünkü Türkiye doğası gereği zengin, emperyalizm ise oburdu”
Mart 1919’da Damat Ferit Paşa Sadrazamlığa getirilmişti. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Richard Webb, Damat Ferit Paşa’nın Sadarete gelince kendisini ziyaret ederek:
“kendisinin ve Padişah Efendisinin ümitlerinin Allah’tan sonra İngiltere’de toplandığını ve bu mesajın İngiliz Hükümetine iletilmesini istediğini ”yazmıştır.
17 Haziran 1919’da bir Türk heyetinin görüşmelere katılmasına izin verildiğinde, henüz bir barış taslağı hazırlanmamıştı.
Heyet başkanı Damat Ferit Paşa, “Tüm kabahatin İttihat ve Terakki Partisinde olduğunu belirterek, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünün korunmasını” isterken, “Ermeni sınırı, Mısır, Kıbrıs meselelerini görüşmeye hazır olduğunu” içeren bir metni Konsey’e sundu
. Bu metin için Wilson, “ömrümde bundan daha aptalca bir şey duymadım” derken, L. George “iyi espri” ifadesini kullanarak, “Türklerin siyasî kabiliyetsizliğinin en iyi kanıtı” yorumunu yapıyordu.
Bu arada Mustafa Kemal Paşa 19 Mayısta Samsun’a çıkmış, halkı örgütlemeye başlamıştı bile. Mustafa Kemal Paşa, 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi’ni açış konuşmasında:
“Tarih, bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez. Binaenaleyh böyle bir nikab-ı bâtılın arkasından vatanımız ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, kanaatler muhakkak iflasa mahkûmdur… Memleketimizde külliyetli ecnebi parası ve birçok propagandalar cereyan ediyor. Bundaki gaye pek aşikardır ki millî hareketi yanda bırakmak, millî emelleri felce uğratmak ve vatanı işgal gayelerine ulaşmaktır. Bununla beraber her devirde, her ülkede ve her zaman olduğu gibi, bizde de kalbi, asabı zayıf, gayrimüdrik insanlarla beraber, refah ve şahsî menfaatlerini vatan ve milletin zararında arayanlar vardır. …zayıf noktaları arayıp bulmakta pek mahir olan düşmanlarımız ülkemizde bunu adeta bir teşkilat haline getirmişlerdir. Fakat mukaddes gayesi için çırpınan tüm millet azimle bunları mutlaka süpürecektir” derken,
L. George, 18 Ağustos 1919’da Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada:
“İngiltere’nin Türkiye ile olan barış kadar yakından ilgisi olan başka hiçbir konu yoktur. İmparatorluğun geleceği, Türkiye konusunda varılacak çözüme bağlıdır” diyordu.
19 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa, Paris’teki Yüksek Konsey’e, Damat Ferit Paşa başkanlığındaki heyetin halkın iradesini temsil etmediğini bildirerek, işgalleri protesto etti.
Osmanlı Hükümeti ve İtilâf Devletleri tarafından “başarısızlığa mahkûm bir isyancı” olarak görülen Mustafa Kemal ve başında bulunduğu Anadolu Hareketi, giderek İstanbul Hükümetinin denetimi elinde tutamadığını İtilâf Devletlerine gösterdi. Damat Ferit Paşa 30 Eylül’de istifa etti. İtilaf
Devletleri bu istifayı şöyle yorumladılar:
“Ferit son ana kadar bir kuvvet eşliğinde kendisi gitmek ya da bir kuvvet göndermekte çok ısrar etti. Biz mani olduk. Sonuçta seçilmiş hükümet yerine, eylemlerini kontrol edemediğimiz Mustafa Kemal’e yardım ettik… Ama haklıydık. Çünkü Mustafa Kemal üzerine kuvvet yollasaydık, büyük bir olasılıkla o kuvvet Mustafa Kemal’in tarafına geçerdi”…
İngilizler olumsuz havayı hissetmeye başlamışlardı. İstanbul’dan giden bir İngiliz raporunda şunlar yazılıdır:
“Müttefiklerin uygun bulduğu herhangi bir barış antlaşmasını, herhangi bir Türk hükümetinin kabul etmek zorunda olduğunu ummak için vakit geçmiştir. Türkiye’yi harap edenlerin Türkiye’nin idam fermanına da imza atmalarını sağlamak… için de geç kalınmıştır. Mütarekenin üzerinden geçen her gün, Türklerin …mütareke koşullarıyla yaşadıkları felâket duygusundan silkinmelerine yaramaktadır”. Londra artık endişelidir.
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı, Anadolu’daki Kongreler ve Kuva-yi Milliye’nin hızla örgütlenip genişlemesi karşısında, Curzon’un Fransız Dışişleri Bakanı Pichon’a 10 Kasım 1919’da söylediği:
“önümüzdeki ilkbahara kadar, karşımızda müttefiklerin empoze etmek isteyeceği türden bir anlaşmayı kabul edecek kimsenin kalmaması büyük bir olasılıktır; hatta o zamana kadar elinde ciddi anlamda kuvvet bulunduran birkaç taraftan biri haline gelecek olan mağlup Türklerin Müttefiklere savaş ilan ederek kendi koşullarını dayatmaları bile beklenebilir. Eğer durum böyle olursa Anadolu’yu nasıl fethedeceğimizi ya da bunu kimin yapacağını bilmiyorum. Düşmanlarımız arasında en zayıf ve perişan durumda olanın zaferi kazanması gibi bir kepazelikle karşılaşabiliriz” sözleri, Anadolu hareketinin geleceğini adeta gördüğünü göstermektedir. Ancak İngiltere’nin Hasta Adam’ın mirasından vazgeçemeyeceği parçalar vardır:
Irak petrolleri. Bu yüzden bölgedeki Kürtlerin İngiltere bakımından önemi çok büyüktür. Akdeniz’deki İngiliz Donanma Komutanı Amiral Sir F de Robeck, Lord Curzon’a 9 Aralık’ta yolladığı yazıda: “…İngiliz kuvvetleri, Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanmak için her parayı ödemeye hazırdır” diyordu. Bu cümleler Sevr’de yer alan özerk bir Kürdistan’ı da açıklamaktadır.